aşk o kızla çırılçıplak soyunmak ister
elinde sarhoş ve kanayan bir kahkaha
ve yeryüzü denizi köpürürken çatlarcasına
çarkıfelek taht kurar yepyeni bir sabaha-
ilk
gülhane parkında uçurduğum kuş
ürktü de konmadı dalına layya
lâl oldum görmedin bak olan olmuş
aç ruhunu bir bak falına layya
yağmurun farkında uçurduğum kuş
çıldırma salına salına layya
atarım kendimi kapanmaz kuyu
yazılar yazılır alına layya
efsanem sonunda böler uykuyu
gizlenir gözyaşın şalına layya
istanbul göğünde bir hayal layya
limanda kimsesiz öyle kal layya
bir
karanlıklarda
çok az kalmışsa zaman
aşk için konuşmaya
kaybolup gitmişse canan
ve vakit yoksa ağlamaya
onun aranan bakışlarından
şiirlere can damarıma kan
gibi bir alev dolanmıyorsa
ben bu karanlıklarda
susmaya dayanamam
ırmak olmuş bakışlar akıyor akıyor
böyle duramam
aşk yarılmak üzere bir gökyüzüdür şimdi
ki varolmak adına
kanıyor kanıyor
artık susamam
ilk sezgi ilk rüya ilk kelimeler
ben tutkunu oldum hıçkırıkların
konuşan ve susan o inlemeler
akar denizine tüm çığlıkların
gül ay ilk sevgiler ve bilmemeler
fakülte önünde bir rüzgar esse
ne faytonlar geçer ne çocukluğum
çırpınan halimi bilmiyor kimse
yanağımda deniz ayağımda kum
boğuldum boğuldum artık gülümse
gülümse gülümse gülden yumuşak
bir deniz gözlerin uçsuz bucaksız
olsa da ufukta kanlı bir şafak
gel anla bu aşkı mavi gözlü kız
gülümse gülümse ateşten sıcak
ürperir tüm dünya ağlar çocuklar
aşk yanar dayanmaz yakar baharı
sendedir mevsimler rüzgâr sonbahar
altın saçlarında renklerin sırrı
ürperir gözkırpar beyaz bulutlar
lambalar sönüyor yağmur yağacak
artık bir kelebek intihar eder
söyleyin layyaya neler olacak
yüzümü yalayan mesut kediler
lambalar söndükçe artıyor sağnak
atma çiçekleri küller üstüne
dağlarda bir nevrûz olup ağlama
çocuklar oynuyor bak döne döne
inceden bir sızı düşmüş yarama
atma çiçekleri seller üstüne
yağmur çağırıyor o toprak damlar
yağmur çağırıyor o müthiş mavi
gölgeyle savaşan çirkin adamlar
öpüyor durmadan bir küçük devi
yağmur çağırıyor buğulu camlar
ben bu şehre artık veda edemem
açmışsa gül olup göğsünde ölüm
bu aşkı bu halle sana diyemem
yürüyen dehşeti ben öldürürüm
sen aşkın annesi sen çılgın matem
bir dünya uzuyor boş odalarda
sönmüşse yıldızlar ne arıyorum
çığlıklar canverir gece ardarda
sana ben sislerden yalvarıyorum
ben yeryüzünde ben sevdalarda
kül edip bırakma yanan başımı
bir hal gelir sonra ben yaşayamam
gel bir ses boğmadan şu genç yaşımı
tükenir sözcükler süreler tamam
bir resim eylersin ağlayışımı
sönüyor gözlerim boş odalarda
yalnızım boşluğu yumrukluyorum
aşk ve ten bir yalan aşka dalar da
sonra ölür diye çok korkuyorum
gezginler koşuyor tüm adalarda
sessizdir yeryüzü ve koşar cinler
dünyanın cebinde bir delikanlı
ses verir geceye ve şehri dinler
uyur gencecik kız gözleri kanlı
etsek de biz aşka nice yeminler
ey görkemli kusmuk üniversitem
kara kitaplara damlıyor kanlar
sevda perde perde bir yüce matem
biz bir evren gizi bizi kim anlar
layyada çığlıklar ve bende sitem
ıslakmış gözleri sevmişim diye
nazlanır kahkaha atarmış sonra
bir bulut etseydim ona hediye
göklere karışır yatarmış sonra
tutarmış saçını ibrişim diye
tutarmış ırmağı ve gözyaşımı
onun düşlerinde olup bitenler
getirse yağmurdan arkadaşımı
karışır yağmura karanlık tenler
yeryüzü dizinden atar başımı
tenimde ceylanlar bir yarış gece
gözleri gözleri layyanın deniz
geçiyor ruhumdan eşsiz bilmece
ağlamak ki uçsuz bucaksız bir iz
giriyor trenler son dönemece
dünya tren tren akar yollardan
bir adam savrulup gurbet oluyor
anneler bakıyor tüm balkonlardan
ve annem eriyip hasret oluyor
layya dönüp dönüp bakar yollardan
gözler ıslak gözler ceylan ak gözler
turnalar yağmura kapanır şimdi
akıyor akıyor bir ırmak gözler
çarpar da ruhuma utanır şimdi
ölünce toprağa akacak gözler
zakkum çiçekleri kurşuna dönmüş
titriyor arzuyla kızın elleri
kalbimde içiçe çöller bölünmüş
bir rüzgâr tutuyor bütün selleri
rüyalar karanlık lambalar sönmüş
evinin içinde ruhum dolaşır
yağmur hafif hafif vurur camlara
her güzel kalbinde bir hançer taşır
ve bir aşk yerleşir loş akşamlara
ruhunun içinde ruhum dolaşır
artık ölüm benim içime konmuş
umut etmem artık öleceğimi
kar yağar dizlerim yatağım donmuş
bilmezdim ürperip güleceğimi
neylersin yüreğim güle dokunmuş
can gülüm hülyalar ve seni sevmek
ve söyleyememek ağlatır beni
konuşma dillerin alevlenecek
kar dolu bir göğe al yatır beni
kar altında aşklar karınca böcek
ışıktan da aydın kaçak bakışın
önüne kendimi koysam duramam
beni bir renk yakar kumral sarışın
güneşin sırrını böyle bulamam
ışıktan kapısı sonsuz bir kışın
ve suskun aşkların gözbebekleri
içiçe gölgeler tanrı ve kadın
öpüyor bir kara sevdalı yeri
ben yalan bir varlık sen bir rüyaydın
uçurdun ruhunda kelebekleri
merhamet pınarı dağda bir peri
bir masal içinde unutulmuştur
ben seni sevdiğim o günden beri
kalbim mahkum gibi ve tutulmuştur
kalbine ki kalbin sevgi mahşeri
gönüle işkence bir azap tası
bir mendil bırakıp ve gidiyorsun
sigara ve küller aşk haritası
bırak boş hedefe katiller vursun
karanlık karanlık bir aşk hatası
şehir bunalıyor intihar kadar
gözlerin yok gibi dönmüş kurbana
kim kime ve nasıl canını adar
dilin mi tutuldu kalk anlat bana
ruhunda ruhumu uçuran rüzgar
anlasana gece kara dert kara
bembeyaz bir kader ve sessiz günah
kalbimi açtım ben sert rüzgarlara
yenik isyanlara parça parça ah
anlasana gece yara aşk yara
koşup peşinden ben nefes nefese
yıllar yılı seni arayacağım
kavuşsam sonunda büyük hevese
sevinçten dizçöküp ağlayacağım
el edip sırrımı soran herkese
düş gördüm sen yoktun çok uzaklarda
yusuf ile kenan görünüyordu
bir çocuğun gözü ak bayraklarda
durmadan züleyha ölmez diyordu
sen kendi göğünde ben sokaklarda
boynu bükük bükük açıyor şafak
günler zor geçiyor viranelerde
ben daha ölmeden şu evrene bak
yakma ellerini al perdelerde
herkes pişman herkes deli olacak
şafaklara vurur körpe çağrılar
çoğalır sancısı dudaklarımın
bir sırrı yakar bu yolunan saçlar
inler arasında parmaklarıın
şafaklara vurur sessiz ağrılar
gecelerde mini kediler uyur
sessiz sessiz ağlar küçük bebekler
layya bu şiiri dünyaya duyur
yine de sırrımı bilmeyecekler
bir sofra kur göğe aşkımı doyur
o güzel kalbini nasıl vururum
sürgünden sürgüne atsa da beni
layya seni anar anar dururum
gemiler arzuyla açar yelkeni
korkular çağırır hain gururum
bir gemi yelkeni kanlara açar
ben sürgün anları anıp ağlarım
kurtlar gezer dağda kuzular kaçar
kalbimi elime alıp dağlarım
ne gökler alçalır ne kuşlar uçar
içimde bir hiç var inanmadığım
savaştan savaşa gelirmiş veba
bir neşe içinde ben bir çığlığım
dost kardeş sevgili anne ve baba
ne kaldı dünyada tanımadığım
bir mavi ışığın elleri değmiş
dışımda içimde hep çizgi çizgi
ve layyam başını önüne eğmiş
tutturmuş kendince bir garip ezgi
rüyası göklerden düşen bir çiğmiş
mahzun boş ellerim ah gülüm layya
gözlerim gerçek mi yeşil gözlerim
bir daha dönmedi bülbülüm layya
ondandır yanıyor karda dizlerim
yanıyor her yerim ah gülüm layya
şaşkın şaşkın düşen kara bakma sen
uzanır göklerin kaderi bize
dönüşsüz yollarda gidip beklesen
verirler söylenmez haberi bize
ruhunu bırakıp böyle çıkma sen
gölgesi dünyanın nerelerdedir
geceden geceye dönermiş geri
aşktan mı hülyama serilen sedir
döner durur aşkla göğün dipleri
ve uzaklar döne döne delirtir
ey dudaklarımda zamanın pası
çıldırma belası gibi aramak
kana boyanan bir gelin yazması
ağıtlar içinde ölüme durmak
ölümler ölümler hiçliğin yası
cennet ve cehennem ve gülüm suna
incecik ruhumun şarkısı ağır
yer ve gök yer ve gök dönmüş efsuna
bin kapı ardından bir melek çağır
ve çağır cinleri aşk uykusuna
çağır gelsin hayat sonra intikam
sevdalar düşümün salıncağında
aşklar yarım yarım garip bir akşam
kederden bir nehir varlık dağında
gelsin gözyaşlarım gelsin ihtişam
dışarda insanlar vahşi ve yamyam
ve aşklar değişmiş aşklar kudurmuş
içerde bu garip bu yalnız babam
bir geyik postunda kıyama durmuş
belki sevmem daha belki uyanmam
onlar ki dünyanın gariplikleri
bu yoksul dünyada ben onlardanım
onlar ki sevdanın son iplikleri
bir rüya uğrunda yananlardanım
yanmak ki dünyanın delilikleri
ufukta bir şehir ve gülüm layya
elleri elleri asılı göğe
sırtımda bir hançer bir ölüm layya
gel çıkar dönmeden kanlı çiçeğe
bak kendini boğan bir gölüm layya
istanbul ve bursa arası yollar
gözlerin yolları aşıyor gibi
ve ölüm aşkına açılan kollar
kolların içinde yaşıyor gibi
kalbimle kalbinin yarası yollar
ezmeden ezmeden kaldırımları
bu şehrin kalbini diri isterim
bir kurşun çağırır tüm rüyaları
ben o an en güzel yeri isterim
denizi masmavi kuşları sarı
nisan yağmurları ne zaman gelir
kurak aşkımıza bir pınar gibi
bizi anneler ve çocuklar bilir
ne zaman görünür denizin dibi
denizi ne zaman bırakır nehir
gözlerini layya yukarı çevir
birşey sallanıyor uçsuz bucaksız
umutlar devrilir aşklar devrilir
yaz biter mevsim kış ağaç yapraksız
beyaz pencereden karanlık gelir
delilik ve cinnet içinde suna
toprağa bir tohum bırakıyorum
ağıtlar düşüyor dudaklarına
ben uzanıp göğe gül takıyorum
yakacak günüm yok artık yarına
ölümün alnından öpmek için mi
bu telaş bu koşu boş anonslara
ve hülya kurmayı bilmek için mi
sinema bileti son seanslara
hayatı hayata bölmek için mi
gökler ki yerlerde arar yıldızı
gündüzden de ışık gece tüm yollar
ey şehrin kaybolmuş efsane kızı
gökler seni anar sabaha kadar
gökler ki ruhunda sarar yıldızı
dondurma yiyen kız hani dondurman
dindirir mi artık ızdırabını
boşuna düşleri hep hayra yorman
rüzgârlar dolanır arar rabbını
bir eşarp bir yıldız ateş ve orman
küskün bir hatıra bir alkış layya
ben ki şehir şehir arar dururum
toprağa karışan yakarış layya
seni şiir şiir arar bulurum
titriyor istanbul bu son kış layya
karanlık yalnızlık içre karanlık
bakışın geceme damlarken benim
sonra kalabalık sonra ıssızlık
ruhunda ruhumu ararken benim
kara kara akan deli yalnızlık
bir gelin rüyası ateşten duvak
içinde aklıma sen geliyorsun
az sonra geceden resmin çıkacak
yaptığım resimde hıçkırıyorsun
sende bir deniz var beni boğacak
aşk nedir aşk nedir diye sorana
bir mahşer içinde yalnızlık dedim
sevda ateş gibi girince kana
uğuldayan şehre ıssızlık dedim
yıkadım andımı geldim kapına
gökyüzü uzakta değilse seni
fırat köprüsüne götüreceğim
bulmak için gelen kara treni
her gece bir türkü bekleyeceğim
tanrıdan esinti yağmurdan ninni
bir gelin rüyası bir yalın duvak
içinde aklıma sen geliyorsun
sende bir deniz var beni boğacak
bir gülüşün kalmış bir düş olmuşsun
herşey çığlık çığlık herşey yalnayak
kapılar kırılmış hıçkırıyorsun
ve maviyi geri istiyor kuşlar
aydınlık aydınlık ama sen yoksun
bir resim yanıyor sonra susuşlar
söyleyin öyleyse beni kim vursun
iki
leylaklar yas tutuyor bu şehrin ötesinde
zindanlarda gül açmış bu gece duyuyorum
kaybolup gitmiş sesim senin tatlı sesinde
bu gece bir kartalı öldürmek istiyorum
rüyamda bir mezarın son defa yanan mumu
ve zakkum ağaçları tırmalıyor ruhumu
sana bu gece benim artık kaybolduğumu
söylenmemiş sözlerle bildirmek istiyorum
kimi uyur ve kimi dansa başlar delice
biri bu dansa bakıp matem tutar gizlice
bense burda yapyalnız tam bu saat bu gece
bu şehri baştanbaşa yürümek istiyorum
gülüm layya istersen hançer daya göğsüme
kimse şahit olmadı sevdaya küstüğüme
gecelerden bu gece bu soğukta üstüme
seni yalnızca seni örtünmek istiyorum
evrende paramparça güzelliğin aynası
kıvrım kıvrım bir sevda uzun bir yılan dansı
ve insanlar hep aşkı inkara hazırlanan
bu inkarla delirip hep bu inkarla yanan
uzaktaysa durmadan yağan doğu karları
dağlarda saklı duran keklik yumurtaları
ve mecnunun çölünde karıncalar böcekler
bulunca o şarkıyı artık ölmeyecekler
ve o şarkı dilimle dilinin arasında
o şarkı kanar durur bir ceylan yarasında
ceylanlar yaylalara mecnun gibi koşarlar
uzanır mecnun mecnun sinemizde şavkırlar
inler durur şarkılar ki o bensiz ben onsuz
bu duygu yakar beni o şarkı kadar sonsuz
sonsuz bir ağıt iner gerçek kara habere
gülüm layya kendini atar harabelere
harabelerde izler silinir sessiz sessiz
ben layyadan uzakta ölür müyüm habersiz
kara haber tez bulur bekleyen yürekleri
doldurur birileri boşalan tüfekleri
sıkılınca kurşunlar her ses kendine döner
bir hayat yanar yalnız bütün hayatlar söner
her gece insan kendi kendini yakmakta
ufuklar ağlamakta ve bir tren kalkmakta
bir tren midir yırtan geceyi baştan başa
vurma be gülüm vurma başını taştan taşa
durma gülümse layya bak horozlar ötmekte
bu şiir bitmemekte bu şiir bitmemekte
bak tedirgin ceylanlar aralıyor zamanı
gülüm layya gülüşün yaralıyor zamanı
ve sen benim sunamsın ama ben gidiyorum
çaresiz ellerini kaldırsan da göklere
bu aşkın inancına yeminler ediyorum
ayrılık dua olsun kuşlara böceklere
layya seni bulduğum anda kaybediyorum
ne kadar benziyorsun renkli kelebeklere
doğmamış bebeklere intikam diliyorum
güneşlerin ufkunda tutamayınca seni
aradım hep hülyalı bir mumun ışığında
ve mumlar alevlerde tüketince gölgeni
kaybettim ben kendimi cinlerle kafdağında
bir mezara gömülen hatıralar treni
saklıyor seni beni bir mahşer toprağında
güneş gibi kendime katamayınca seni
ey uyku zalimliği hızla eriyen zaman
dansediyor yumulan gözlerimde yılanlar
yanakları dünyanın layya senin ağlaman
efsane haber taşır artık baylar bayanlar
savurur şapkasını suya bir yavru ceylan
vurulur ceylan gibi canandan ayrılanlar
vurulur ağlamanın ince parmaklarından
bir yudum çay içerek kahvelerde oturmak
seni düşünmek için bahane olmuş bana
ve doğranan yudumdan tatlı vakitler kurmak
girmiş hırsızlık gibi ruhumun arasına
beni beklermiş deniz akıp gidermiş ırmak
katarmış beni kızlar yurdundaki yasına
bir yudum gökyüzüyle ötelerde oturmak
kalmadı lügatımda bu halin kelimesi
nazlı taze günlerden isyana koşuyorum
bir kız gülümsemesi uzak bir bomba sesi
ben bu müphem düyada acılarla sarhoşum
olmadı hiç rüyamda bir güvercin kafesi
dünyada olamadı benim bir sarı kuşum
kalmadı ceblerimde günlerin kelimesi
layya yenikapıda ruhunu aramasın
aramasın ruhumu çağdaş harabelerde
onu sonsuzluklara bu tek şiirle asın
ceylanlar avcıları düşürsün yine derde
layyalar doğmaz diye anneler ağlamasın
gülümseyecek layya her kızdaki kederde
hayat bende kaybolan huyunu aramasın
ararsa beni layya başlarsa ağlamaya
parlar mı gökkuşağı boynunda mevsim mevsim
koynunda yalnızlığın şehir kapalı aya
tenimin mendilinde dilim dilim bir isim
ben ki minnacık acun güller fışkıran kaya
alıp gitsem ruhumu tanınmasa cesedim
başlarsa ağlamaya ararsa beni layya
ben yeni bir inanca göçerken tek başına
dehşet gözyaşlarıyla bir gece örüyorum
geceler ki yürüyen sınırsızlık taşına
tozlu yollar boyunca hep seni görüyorum
bir cinnet öpüşüyüm çığlığa gözyaşına
bakış ince bir resim durmadan yürüyorum
gök yeni bir intikam biçerken tek başına
alıp dola boynuna kimsesiz odalarda
ta kalbinde kıvranan kıvranan ellerimi
ayrılık ılık evren limansız adalarda
koşturur şafaklara yalnayak seherimi
güneşini al da gel konuş karanlıklarda
kesmesin şu ellerim burada kaderimi
alıp dola boynuna en sessiz adalarda
yorulmam çilelerden çilelerle uyusam
bir ninni şırıl şırıl yatsam su kenarında
bir evren tütsülenir senden bir nefes duysam
ve yıkanır ölüler bengisu pınarında
kandan ve gözyaşından seni damıtıp yazsam
canlanırsın dünyanın en derin duvarında
yokluğunda öteden gölgelerle uyusam
birgün sona erince bu dünya cehennemi
sen de anlarsın artık aynalar yalan söyler
ölüm erken olmasın çok özledim annemi
o yağmurlu türküyü şimdi ancak can söyler
hatırlanmaz sularda neyle sevişir gemi
bir de böyle türküyü yardan ayrılan söyler
eriyince ufukta bu rüya cehennemi
çobanlar kavalları damardan üfleyecek
bakıp bakıp ruhumda kurduğun saltanata
bir buluşma baharı bir gelincik bir çiçek
ağlıyor ötelerden hazan olmuş hayata
her hazan kıvrımında bin bahar dirilecek
baharlar uzar nile ve dicleye fırata
çobanlar kavalları bahardan üfleyecek
uzanır sereserpe parka fakir adamlar
kuşdilini konuşur uzakta bir yabancı
günahkâr yüreğime taze korkular damlar
her yanda dilenciler kaderime duacı
ne bu aşk unutulur ne de o genç idamlar
ne hoca anlar halden ne de çingene falcı
uzanır sereserpe göğe cesur adamlar
ki gökyüzü yeryüzü arasında bu sevda
nasıl yolsun anneler saçını nasıl yolsun
öncesiz ve sonrasız bir açlık ağlamada
sana ey yalan rüya kara yılanlar dolsun
bendedir zalimlikler ve ak gözler layyada
beyaz düşü karartan kara eller kahrolsun
kahrolsun gökyüzüne sıçramayan her sevda
gökkuşağı altında geleceğin koşusu
yıldızlar kanat olsun ve merhamet merhamet
tükensin istiyorum yalan ölüm korkusu
bir gelin bir bebeğe bir genç bir gence hasret
açar artık sırrını çölde saklı kalan su
günahsız bir sevdaya açılır kutlu cennet
ve layyanın alnında geleceğin kokusu
artık veda edemem bavullarımı yaktım
artık veda edemem yandı fırat köprüsü
bütün günahlarımı artık sana bıraktım
giriyor günahına bir kuş bir aşk ölüsü
çocuklar olmasaydı inan ağlayacaktım
son kez söyleyecektim bir buluşma türküsü
bense hain saçlara kanlı çiçekler taktım
görünmez bir yerden öptüm dilini
dilini dilini gizli dilini
aşk şimdi bir yalan yalandır layya
ve bahar ve başak talandır layya
sen sıcak bir yarım düşün gelini
gelini gelini aşkın gelini
bulandır denizi bulandır layya
başını başımla dolandır layya
bir sözcük olsa da tutsam elini
elini elini nettin elini
kandır bu inceden yanandır layya
ve candır sevdadır canandır layya
nasıl savurdun oy saçın telini
telini telini altın telini
aşktır duramayan akandır layya
derinden derine yakandır layya
aşk ki yakar birgün senin belini
belini belini sıcak belini
bir gül ki kalbime dolandır layya
düşün ki bu son ses son andır layya
yitirmiş dilini aşkın gelini
gelini gelini aşkın gelini
üç
şehir yorulmuş
bir kırık testi
sulara veda
yolumu kesti
ağlayan bir kuş
dağlara veda
sıla kül olmuş
bir rüzgâr esti
in cin elveda
sevda bir sisti
kaldı arkada
leylak yok olmuş
nevrûz dağlarda
güzel bir histi
şimdi kurumuş
deme hevesti
bir aşktı layya
içime konmuş
istanbul bir gece ve bir garip düş
ölüler mezardan kalkmış gibiydi
yürüyüş yürüyüş yine yürüyüş
yaklaşan mahşerin sırlı eliydi
unutmam geceydi ve tam bu saat
bir kadın köprüde öksürüyordu
şahlandı içimde saklı duran at
kadın suna olmuş ve yürüyordu
ne bir rüyaydı bu ne hayaletti
gördüm bizzat gördüm ve koşuyordum
kaba sığmaz bir ruh bir tutam etti
ruhuyla layyanın konuşuyordum
varınca köprünün tam ortasına
kaybolmuştu layya öylece durdum
kurşunlar doldurdum azap tasına
işte tam orada kendimi vurdum
bir çift göz ve deniz kana bulandı
depremler içinde şiir ocağım
uykudaymış meğer bu ölüm andı
uyandım büsbütün kayıp yatağım
vurulur tutkular birgün arkadan
tükenir gençliğin kara sevdası
kahpeler çekilsin artık aradan
kana bulanmasın aşkın duası
bir mektup çığlığı her gece veda
uzakta uzakta köy bülbülleri
kaçmak gibi belki ağlamak yada
minnacık gencecik kızın gülleri
kararan yanıma bir dünya düştü
aç bana ey şiir ilk yüzlerini
kalbe dilim dilim bir rüya düştü
diyemem diyemem ilk sözlerini
aşklar ki azaptan ve demet demet
bir azap için mi öter bülbüller
yaklaşan seslerin içinde hasret
açıyor bu hasret içinde güller
beni ey tanrım de aşklardan yarat
bir bengisu gönder çıldırıyor aşk
dünya bir kahkaha inliyor saat
korkular içinde yemyeşil başak
sonsuz çığlıklarla derdi dinmeyen
gençlerin ruhunu ben hançerledim
o coşan gönlüne hükmedemiyen
bir kızın sesine kendimi verdim
bakıp durdum sana çılgın ve şaşkın
ve düştüm o meşhur belalı derde
sesler sırrı gibi sendeki aşkın
kaynıyor kaynıyor bilinmez yerde
aşk ver ey can gülüm bize bir aşk ver
bu aşk parça parça cinnet ve neşe
yağmurlar yağar da caddeler titrer
ben bir şey ararım hep köşe köşe
sen aşkı çıldırtan bir garip kızdın
ne sunaydı adın ne de canandı
eridin eridin içime sızdın
benim yalnızlıkta hafızam yandı
soldu menekşeler kokular bitti
ve kelimelerim bitecek gibi
aşk bizi bırakıp ilk ana gitti
ellerim evreni itecek gibi
zaman bir an gibi birden biterken
ben son kelimeyi seçemiyorum
aşklar için çok geç ya da çok erken
şiire bir kefen biçemiyorum
bir şiir yazılmış eksik ve yarım
şafaklarsa henüz kurşunlanmamış
layyanın uykusu ve rüyalarım
alevler içinde henüz yanmamış
bu şiir ne diye sormadın layya
bilseydin yeni bir mevsim olurdu
sonunda kendini vurmadın layya
göründü kayboldu sevdanın yurdu
çengelköy kıyısı bekârderesi
sokağında yoksul bir evde şimdi
kaybolur sesimde layyanın sesi
kimdim ben bilinmez ve layya kimdi
kapanır senin de gözlerin layya
fakülte kapısı yerinde durur
beni deli etti bir garip rüya
seni de perişan bir garip gurur
son
ben var mıydım o var mıydı
bu şehrin kalbini yakan ateş miydi kar mıydı
ve bir de gözleri vardı layyanın
her gece kalbimi yardı
gözlerin sırrı söylenmemiş sözler kadardı
ben var mıydım o var mıydı
sonra saçları yayıldı layyanın
dönüp dönüp evreni sardı
ben var mıydım o var mıydı
adı ne sunaydı ne de layyaydı
ben var mıydım o var mıydı
her gece bu şehirde bir insan
sevmeyi bilemediğinden
kendini asardı
ağaçlar titrer
aşklar ağlardı
ağlamak bir mahşer kadardı
ben var mıydım o var mıydı
şahan olan bu canda
leylak bir güneş
ve gül ay mıydı
ben var mıydım o var mıydı
adımız bir damarda durmadan doğar mıydı
yeşil gözlerim yeşil gözlerim
öyle durmadan maviye maviye
durmadan akar mıydı
böyle mi bitsin bu öykü
bitmeyen inleyen inildeyen bu öykü
bitmiyor ağlıyor öykü ağlıyor sessiz
eriyor eriyor sırrımız mavi deniz
eriyor güller aylar çizgisiz
gönül yapraklarında
gönül yapraklarında
bilmem bu öykü bu kadar mıydı
ben var mıydım o var mıydı
söylenmez söylenmez geriye kalan
aşkın dudaklarında
aşkın dudaklarında
varamam varamam varıp bulsaydım onu
bu şiir beni hiç bu kadar yakar mıydı
ah ben var mıydım o var mıydı
unutmak sözcükten olmasın ey sevgili
açılır evrenin yüce kitabı zamanın arkaları
görünmez bir seste görünür tanrı
gül ay ve bahar ve gece hep bana bakar mıydı
ben var mıydım o var mıydı
ben var mıydım o var mıydı
1980 çengelköy / istanbul